KAMİLE YILMAZ
Görüntülenme: 9122

KAMİLE YILMAZ

BİR FEMİNİSTİN ANTALYA HİKÂYESİ
Söyleşiyi Yapan: Ebru Nalan Sülün, Senem Yıldırım
Yer: Kamile Hanım’ın evi. Uncalı Mahallesi.
Tarih: 25.08.2015

Galeri

Söyleşi

Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Burdur’un Çavdır ilçesinde bağlı Karaköy’de 1950 yılında doğdum. Küçük ve oldukça yoksul bir Anadolu köyü. Köyümden ilk okuyan kız benim, ilk karanlığı yırtanlardan. Benden sonra herkes okudu. Ben öğretmen oldum, zaten öğretmen olmak için yola çıkmıştım. Öğretmen oldum ama yazar da olmak istiyordum. Köyümde kadına yönelik şiddet çok fazlaydı. Çok tanık oldum ve çocuk yaşımda hep isyan ettim. Neden erkekler kadınların sahibiymiş gibi davranıyor ve şiddet uyguluyorlar diye isyan ettim. En alt tabakada kadınlar vardı. Bu benim içimde büyüdü. Ne yapabilirim diye düşünüyordum öğretmenlik yaptığım zamanlarda. Bir tiyatroda oynadım beş yıl, radyo programcılığı yaptım. Yavaş yavaş gazete ve dergilerde yazmaya başladım. Şimdi sekiz kitabım var, birçok gazete ve dergide yazıyorum. Bir yandan hala öykü yazıyorum. Öykülerimin ana teması hep kadınlar ve çocuklardır.

Antalya’da kadın hareketine katılmanız nasıl oldu?
1987 yılında Antalya’ya geldim. 1993 yılında burada kadın hareketinin içine aktif olarak girdim. 1993’ten 2000’e kadar hareketin altyapısını oluşturduk. Kadın platformu kurduk, kadın emek pazarını kurduk ve kadına yönelik şiddeti yavaş yavaş anlattık sivil toplum örgütlerinde. 2000 yılında Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezini açtık. İki yıl sonra dernekleştik. Burada 7-8 kadındık. Bu kadınlar kent konseyinin kadına yönelik şiddetle mücadele gurubunun içinden çıkmıştı. O zamandan beri Antalya’da kadına yönelik şiddet ile mücadele etmeye çalışıyoruz.

Derneğinizin ilk kurulduğu yıllardan günümüze ne gibi gelişmeler yaşandı?
2000 yılından bugüne kadar, Antalya’da kadına yönelik şiddetin görünür olması, bu konuda farkındalık sağlanması için uğraşıyoruz. Başlangıçta bütün bürokratlar bize sırtını dönüyordu. “Kadın” bile diyemiyorduk hiçbir yerde. Hemen karşı çıkıyorlardı “Kadın erkek ayırmayın, eşitiz” ya da “Kadınla erkek hiç eşit olur mu canım, kadınlar daha güçsüz” diyorlardı. Sanki biz bedensel bir eşitlikten yola çıkıyormuşuz gibi. Sayısız engelle karşılaştık. Hem kadınlar hem erkekler tarafından çok engellemeye çalışanlar oldu ama bugün geldiğimiz noktada artık farkındalık epeyce arttı. Antalya biliyorsunuz göç alan bir kent, buraya göçüp gelenler şiddetiyle birlikte geliyor. Kente uyumsuzluk da eklenince… Zaten köylerde veya kırsalda şiddet çok fazla ama orada Ahmet Ayşe’yi dövdüğü zaman herkes duyar. Kentlerde ise bu şiddet dört duvar arasında kalıyor, kadınlar seslerini çıkaramıyor. Kentlerde kadınlar daha yalnız, daha korumasızdır. İşte bu mücadelemizin sonunda hiç de azımsanmayacak bir başarı yakaladık. Şu anda Antalya’da üç kadın sığınağı var ikisi devletin bir belediyenin. Bunlar kadınların mücadelesiyle oldu. Binlerce kadının emeği geldi geçti kadın danışma merkezinden. Hala da devam ediyoruz mücadeleye.

Bir kadın olarak bu kentte yaşamak sizin için ne ifade ediyor?
Antalya bir yandan dünya kenti, sanat kenti, turizm kenti ama bir yandan koskocaman bir köy. Kadın olarak Antalya’da yaşamak sanıldığı kadar kolay değil. Örneğin ben bu kadar bilincime ve mücadeleme karşın geceleri yalnız dışarı çıkmamaya çalışıyorum. Dönerken duyduğum kaygılar var. “Kadın olarak o saatte neden dışarıdasın?” yaşın kaç olursa olsun bu soru bize hala soruluyor. Çok örnek yaşadık. Ben iki kere saldırıya uğradım. Şehrin ortasında biri Güllük’te, biri Şarampol’de yaşandı. Çok genç değildim ve öyle albenisi olan bir kadın da değilim. Bana bu yapılıyorsa gerisini düşünün. İkisinde de bir otomobile sokulmaya çalışıldım gece 12 ile 1 arası. Birinde toplantıdan dönüyordum birinde ise konserden çıkmıştım. Kadın olarak her yerde yaşamak zor. Antalya’da yaşamak çok kolay gibi görünse de öyle değil. Üstelik de güya “Kadın Dostu Kent” Antalya.

Antalya’da yaptığınız çalışmalardan söz eder misiniz?
Kadın danışma derneğinin açılmasını gerçekleştirdik. Ayrıca bin kadar şiddet mağduru kadını dinlediğimizde Burçak Tarlası kitabını yazdım ben bu emek belgelensin diye. O kitabın içinde bize başvuran bin kadından yüzünün kendi anlattığı şiddet öyküsü var. Şiddet gören kadınların öykülerini canlı canlı yazmak büyük bir cesaretti. O kitapta isim ve yer olmadığı halde tehditler de almıştım. Ayrıca Antalya Sanatçılar Derneğine bir süre başkanlık yaptım. O da az bir şey değildi.

Köyünüzde kız çocuklarını okutmaya sizinle başlandığını söylediniz, bu baskıyı nasıl aşıp okudunuz?
Halkevi vardı köyde. Kütüphane ve okul köyümüze çok yakındı. Ben sürekli kitap alıp okuyordum. Ben öksüzdüm, dört yaşındayken babam ölmüş ve bir üvey baba var evde. Üvey baba okumaya karşı zaten. Annem okuma yazma bilmiyor. Beni uyandıran, penceremi genişleten kitaplar oldu. Bir günde romanı bitirip gidiyordum. O kadar açtım. Dünyaya açılan pencerem kitaptı. “Ben okuyacağım, öğretmen olacağım, yazar olacağım” dedim. Küçücük köydesiniz, hiç örnek yok ama beni tutmak mümkün değildi. Beni tutamadılar. Sürekli okuyacağım diyordum ama ilk olduğunuzda yaptığınız her şey suçtur. Çıkıp gidip okuyorsun, orada ne yapıyorsun? Yani kadın olarak yaptığın hiç güzel bir şey olamaz, mutlaka ya erkeklerle mektuplaşmak istedin, sevişmek istedin, buluşmak istedin… Her şeyim gözaltındaydı. Önce gözlediler beni. Giyimini, kuşamını, ister istemez şivemin değişmesini. Ondan sonra her evden kızlar okumaya başladı köyde.

Kadın hareketleri konusunda ne zaman bir farkındalığa eriştiniz?
Antalya’ya geldiğim zaman bölük pörçük isyan ediyorum ama bilinçli değilim. Kendim 20 yıllık öğretmen olmama karşın ve kendi farkındalığım çok dediğim halde kadın hareketine girdiğimde hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Ben o zamanlar arkadaşlarıma “Evet, tamam görüşüm bu ama ben feminist değilim” diyordum. O arkadaşlar bana katlanıyordu. “Bu kadın bu konuda cahil belli ki ama penceresi açık, öğrenmek istiyor” demiş olmalılar. Sabırla beni eğittiler. Hele bir Emel vardır kimseyi onun yerine koyamadığım o en sonunda uyardı beni “Bir daha böyle dediğini duymayacağım” dedi. Her kadın zaten feministtir çünkü feminist demek kadının insan haklarını savunan demektir. Kadın olmak bile gerekmez feminist olmak için. Kadın hareketi çalışmalarının içine girince kadınlara yapılanları, kadınların evin içinde yaşadıklarını gördüm. Ben evimde şiddet görmüyorum, gayet mutluyum diyen kadınların dahi şiddet gördüğünü ve bunu bilmediğini ben de bilmiyordum. Hem öğrendim, hem çalıştım. Hala öğreneceğim çok şey var. Cesaretle atıldım bu harekete hatta çok uyaranlar oldu, “Sen çok cesur bir kadınsın bu yazıyı nasıl yazdın? Sen öldürülmek mi istiyorsun?” dediler. Bir yandan da isyancı bir yanım var yani her şeyi dele dele gelmişim dağın başından. Kendimi ben de tutamıyorum, haksızlıklara karşı dayanamıyorum.

Kadın Danışma Merkezindeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Önce bir dizi eğitim aldık Ankara’da, İstanbul’da, Mor Çatı’da. Buraya gelerek eğitim de verdiler bize. Şiddet gören kadınla nasıl konuşulur, ucu açık sorular nasıl sorulur, yüz ifaden nasıl olmalı o kadınlarla konuşurken çünkü çok hassas, travmalı insanlar geliyor. Yıllarca şiddet görüp gelebildiyse size, ağlayarak hıçkırıklar içinde anlatabiliyorsa eğer sizin profesyonel olmanız gerekiyor. Sizin yanlış bir davranışınızla anlatmayı kesip kendini kilitleyebilir. Bunun eğitimlerini aldıktan sonra ben de başvuru almaya başladım. Ben 12 yıl bu kadınları dinledim. Oysa sadece 2-3 yıl yapabilirmişim bu işi. Bu yıllar içinde kadınları dinlerken ben de kabuslar görmeye başladım. Psikiyatr değilim, psikolog değilim. Tamam, o konuda eğitilmişim ama o kadar. İki yıl dinleyebilirmişim. 12 yılın sonunda dedim ki ben bitiyorum. Bu arada biz hiç terapi görmedik ki bu da yanlışmış. Hep özveriyle çalıştık. Bizim derneğimize katkı sağlamak için geldiğini söyleyenler bir hafta içinde kaybolup gidiyordu çünkü orası sert bir alan ve diğer derneklere benzemiyor.

Yaptığınız bu çalışmalarda çözüme ulaştığınız oldu mu?
Evet, oldu çok. Bizim ulaştığımız demeyelim, kadının ulaştığı şeyler bunlar. Biz onlara yarım etme diye çıkmıyoruz. Dayanışma, yanında olma diyoruz. Yardım etme olunca bir hiyerarşi oluyor. Kendinizi yukarıda konumlandırmış oluyorsunuz, biz bundan kaçınıyoruz. Biz mesela masaya oturmayız, karşılıklı sandalyeye otururuz göğüs hizasında. Bize geldikten sonra sorununu çözenler çok oldu. Hepimiz ücretsiz çalışıyoruz. Bizimle çalışan uzmanlar da öyle. Kadınların psikiyatr, avukat ya da jinekolog desteği almasını sağlıyoruz. Ev ihtiyacı varsa buna bakıyoruz. Maddi konulara girmeyelim dedik ama ister istemez girmek zorunda kalıyorsunuz çünkü kadın can havliyle evinden yalınayak, yarı çıplak çıktığında ona giysi gerek, para gerek, yiyecek gerek. Başını sokacak bir dam gerek ve iş gerek.

İstihdam nasıl sağlanıyor bu kadınlara?
Dernek olarak o alana girmeyelim kararı olduğu halde girmek zorunda kaldık. İş gerekiyor bu kadınlara acil olarak ama kadınları iş bulması için göndereceğiniz yerde kadınların güvenlik sorunu bizi çok düşündürüyor. İş için gittikleri yerde tacize uğrayabiliyorlar, bu çok yaygın. İş görüşmesine giden kadın tecavüze uğrayabiliyor, tacize uğrayıp kendini kurtarabiliyor. İnanın çok dinlediğim halde buna hala şaşırıyorum. Size bir çalışan gerekli ama gelen kadına bu şekilde bakıp yararlanmaya çalışan patronlar var. Diğer yerleri bilmem ama Antalya’da çok yaygın bu. O zaman biz iş için bir yere göndereceğimiz kadınların güvenliği için işverenin kadın olmasını araştırmaya başladık. İşverenin kadın olduğu yerlere gönderiyoruz kadınları ve diğer yerleri önermiyoruz çünkü korkuyoruz artık.

Daha çok hangi işlere yönlendiriyorsunuz ihtiyacı olan kadınları?
Mesleği varsa zaten bizim ona iş bulmamıza gerek yok. Başvuran üniversiteden bir kadın da olabiliyor bunun bir sınırı yok. Biliyorsunuz şiddet gören insanın özgüveni sıfıra iner. İsterse profesör olsun, şiddet gördüyse o başka bir alan. Kendi alanında bilgili ve güçlü olabilir ama o alanda zayıf oluyor. Mesleği olmayan kadınları ise temizlik vb. hizmet sektörüne yönlendiriyoruz. Bebek ve çocuk bakımına çok gönderemiyorsunuz çünkü travmalı oluyor bu kadınlar. Çocuğu ona teslim etmek doğru olmayabiliyor.

Antalya’daki kadınların size anlattığı şiddet hikayeleri ile diğer şehirlerdekiler farklı mı?
Hayır aynı. Hatta tüm dünyadakiler aynı. Biz dünyada bu işi yapan kadınlarla da buluşuyoruz çoğu şey aynı. Sadece Antalya’da başlık parası ve berdel şiddeti yok ama çocuk yaşta evlendirme hala var. Son zamanlarda Antalya’da en çok başka ülkelerden gelip Türkiyeli ile evlenmiş kadınlar şiddet görüyor. Yabancı gelinler bize çok başvuruyor yani. Türkçeleri de iyi olmuyor bu kadınların. Türkiyeli erkekler kıskançlıkla o kadınları ellerinde tutabileceklerini düşünerek şiddete yöneliyorlar. Kadınlar evlenir evlenmez doğuruyorlar, kandırılıyorlar çünkü Antalya çok güzel bir kent, erkekler ilk bakışta kadınlara karşı çok verici. Bu erkeklerin diğer yönünü sonradan görüyorlar. Herkes maskeli oluyor başta. Yani bu kadınlar müthiş şiddet görüyorlar. Yabancı gelinler Rusya ve çevresi ülkelerden olduğu gibi Ortadoğu’dan da olabiliyor. Kürt kadınlardan da çok şiddet gören var ve çoğu Türkçe bilmiyor. Kadınların Türkçe bilmemesi, şiddeti daha yoğun yaşamalarına sebep oluyor. Kendini ifade edip kimseye söyleyemiyor çünkü. Artık bir kere intiharı denemiş ya da denemeyi düşüneceği zaman bize geliyor kadınlar.

Size gelen başvurular bireysel mi oluyor?
Bireysel de oluyor aracı ile de. Polis gönderiyor bize, komşusu gönderiyor, internetten görüp veya televizyondan duyup kendisi gelen oluyor.

Sizin bu çalışmalarınız nedeniyle olumsuz bir olayla karşılaştığınız oldu mu?
Tabi oldu. Kapıya dayananlar oldu derneğimizde. Bizim derneğe erkek giremez, çünkü şiddet gören kadın on yaşındaki erkek çocuğundan bile korkar. O nedenle bizim derneğimize bir erkeğin girdiğini görürse bize gelmez. Biz birlikte çalıştığımız uzmanları da kadınlardan seçiyoruz. Kadın polis, kadın doktor, kadın psikolog, kadın avukatla çalışıyoruz. Derneğimize hiç erkek girmiyor. Böyle olduğu halde yine de benim karıma ne yapıyorsunuz diye bize gelen oldu ama çok az oldu bunlar. Beni telefonla, mektupla tehdit eden oldu. Bu konuda titiz davranıyoruz, polisle de çalışıyoruz. İlk yıllarda polise de çok zor anlattık derdimizi. Herkese eğitim verdik çalışmalarımız konusunda ama bu zor oldu. İnsanların egoları var. Ben avukat olmuşum, polis olmuşum, komiser olmuşum senden ne eğitimi alacağım diye düşündüler. Ama bu başka bir alandır. Şiddet gören bir kadına sıradan bir avukatın yaklaşması kadının konuşmasını engeller. Bu nedenle avukatlara, polislere eğitim verdik. Yıllar sonra onlar da bizi kabul ettiler ve bu tip olayları bize yönlendiriyorlardı ama artık ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri) var. Devlet kurdu bu ŞÖNİM’i ve kadınları oraya göndermek zorundayız. Bize gelen kadınları artık direkt olarak sığınağa yönlendiremiyoruz. ŞÖNİM’de kadınları bekletiyorlar. Şöyle bir bakış açıları var: Durun bakalım bu kadın doğru söylüyor mu? Hatta orada kadınlar şiddet uygulayanla da yan yana bekletilebiliyor. Bu konularda devlet yeterince altyapıyı oluşturamadı. Uzman kadroları oluşmadı henüz. Yani devlet yapacağım derken bozdu. İlerde belki orada uzmanlar olur, iyi bir ortam olur. Henüz yolun başındalar. Oraya göndermemiz yanlış oldu biraz, emeğimiz boşa gidiyor gibi oldu ama zorunluluk var. ŞÖNİM’de dinlenmeyince kadının isteği olmuyor. Mesela sığınağa yerleşemiyor ve hala kadının beyanı esastır ilkesine inanılmıyor. Şiddet görmeyen kadın ben şiddet görüyorum diyerek evini terk eder mi? “Sığınak lüks otel gibi, gelen gitmez” diyebilen yetkililer var. Evi mağara bile olsa bir kadın evini terk ederek senin “otel gibi” sığınağına gelir mi? Bunu anlayamıyorlar.

Sığınağın koşulları nasıl?
Otel gibi değil elbet. Üstelik yatak sayısı yetersiz. En güzeli belediyenin kadın dostu kent projesiyle yaptığı 20 kadın kapasiteli sığınak. Orada da uygulamalar kötü, yeterince özen yok.

Çalışmalarınız olumsuz durumlara rağmen aynı dinamizmle devam etti mi?
Evet, devam etti. Önümüzdeki engeller azaldı, bize katılanlar çoğaldı, rahatça panel yapabilir hale geldik. Panel veya konferans yapacağız dediğimizde artık bize engel koymuyorlar daha rahat yapabiliyoruz bunları. Okullardan talepler gelmeye başladı toplumsal cinsiyet konusunda oralara gidip konuşma yapıyoruz.

Gençlerin ve çocukların size tepkileri nasıl?
Bazı mahallelerde şiddet gören çocuklar belli oluyor, daha hırçın sorular soruyorlar. Bir erkek lisesinde konuşurken “Kızlar mini etek giydiğinde bize davetiye çıkarıyor, biz de o zaman saldırırız” gibi cümleler kuran, buna hakkı olduğunu düşünen çocuklar vardı. Evinde şiddet gördüğü belli olan, biz konuşurken dalıp giden, imdat çağrısıyla bize bakan bakışları görüyoruz. Bir okulda bir öğretmenin sözlü saldırısına uğradım mesela. Hem sorusu saldırıyordu hem de konuşmaları. Ben gittikten sonra müdür onu çağırıp “Ne kadar ayıp, o bizim misafirimiz ve sen bir öğretmen olarak bu terbiyesizliği nasıl yaptın?” demiş. Bana saldıran öğretmen ise “Ben o geceyi karakolda geçirdim, karımı dövmüştüm o nedenle öfkemi Kamile Yılmaz’dan aldım” demiş. Size şunu diyebilirim ki gençlerin, üniversite öğrencilerinin bakış açıları büyüklerden daha iyi. Onlar çok daha güzel sorular soruyorlar. Şiddete karşı bilinçlenme gerçekten çok fazla artık. Öğretmenlerin yetiştiği zamanki gibi değil. Çocuklar her yerden bilgiye ulaşabildiği için öğretmenlerinden daha güzel sorular yöneltiyorlar. Farkındalıkları yetişkinlerden çok daha fazla.

Farkındalık konusunda bir iyiye gidiş var denebilir mi?
Evet, iyiye gidiş var. Yaşasın teknoloji diyoruz. İnternet çağındayız, bunun olumsuz çok yönü var. İnsanları yalnızlaştırıyor, doğadan kopuk çocuklar yetiştirmeye başladık ama bunun yanında dünyanın öte yanındaki şey karşınızda duruyor. Herkesin evine bilgisayar girdi. Okuma yazma bilmeyen bile kullanıyor. Bunlar insanların ilerlemesini sağlıyor. Kadınlar bu gelişmeler sayesinde şiddete daha çok karşı koyuyor. Çocuklar ise onlardan çok daha farkında.

Eski yıllara göre şimdiki kadın dayanışması nasıl?
Müthiş bir ilerleme var. Özellikle bizim ülkemizde kadın hareketi dev adımlarla ilerliyor. Örneğin şu anda ülkemizde barış adına çığlıklar atan büyük bir kadın kitlesi var. Kadınlar çok daha çabuk dayanışıp örgütlenebiliyor. Artık kimse kadını dört duvar arasına kapatamıyor. Türkiye’deki en güzel hareket kadın hareketidir. Dünyada da bir ilerleme var. Dünya kadın yürüyüşü Burkina Faso’dan başladı. Orası Afrika’da kadınların en çok şiddet gördüğü ülkelerden biridir. Orada bile örgütlenip tüm dünyada kadın yürüyüşü yapabiliyorsak bu hiç küçümsenecek bir şey değildir. Bence hem Türkiye’ye hem dünyaya barışı kadınlar getirecek.

Kadın hareketine katılım daha çok hangi kesimden?
Ayrım yok. Aslına bakarsanız okumuş kesim bize daha az geliyor çünkü her şeyi biliyor kendince. “Ben bunları zaten biliyorum, benim size ne yardımım olur onu söyleyin” diyerek geliyorlar bize ama işler öyle olmuyor tabi. Bu konularda küçük bir eğitim aldıktan sonra çalışıyoruz. Okumuş kesim genelde uzak duruyor bizden. Şiddete uğrayanlar başvuruyor bize ama bu konuyu bilen, farkındalık kazanmış olanlar da gelip bizimle çalışıyor. Sürekli gelenler oluyor, isimler değişiyor. Biz, ismi değişmeyen iki üç dinozor kaldık orada. Binlerce kadın geldi geçti. Eskilerden pek kimse kalmadı, biz kuruculardanız.

Antalya’ya geldiğiniz 1987 yılından bugüne kadın hareketlerinde ne gibi değişimler yaşandı?
Antalya’da çok şey değişti. Biz kadın olarak elimizi kaldırıp söz alamaz durumdaydık topluluklarda. Şimdi bize yer açıp bizi dinliyorlar, bizi ciddiye alıyorlar. Onların da fikirleri değişti. Eskiden mesela öğretmenler sendikası veya o paralelde bir yerde toplantı yapılırken ben elimi kaldırır söz isterdim ve çevremdeki erkeklerden de çok bildiğime emindim. Toplantıyı yöneten kişinin gözü dolaşır dolaşır, hiçbir erkek yoksa el kaldıran ancak o zaman bana söz verilirdi. Şimdi hem dernek olarak hem bireysel anlamda bütün kapılar ardına kadar açık. Engel gene var ama en azından derdimizi anlatmamıza izin veriyorlar.

Eğitim kurumlarıyla ilişkileriniz nasıl?
Milli eğitime zorla da olsa giriyoruz çünkü girmek zorundayız. Milli eğitime yazı gönderip beklerseniz o yazı gitmiyor. Milli eğitimden okullara yazımızın gitmesini sağlıyoruz.

Başka ne gibi çalışmalarınız oluyor?
Bazen çevre illerden çağırıyorlar oralara gidiyoruz. O illerdeki kadın çalışmalarına destek veriyoruz. Bize oralarda “Antalya’daki Mor Çatı” diyorlar. Oysa bizim sığınağımız yok. Mor Çatı sığınağı olan bir vakıftır. Onlarla ilgimiz var tabi ki, onlar bizim kutup yıldızımız. Yani bizi o kadar gözlerinde büyütmüşler ve bize güvenmişler ki bizim gibi küçücük bir derneğe Mor Çatı diyorlar. Antalya’nın ilçelerinde de çalışmalarımız oluyor. Örneğin Alanya’da kadın sığınma evi var. Burası dolu olunca oraya gönderiyoruz. Bize Türkiye’nin her yerinden başvuru oluyor. İnternetten,çok farklı illerden başvurular geliyor. Ülkenin pek çok yerlerinde sığınak yok ama kadın örgütleri var. Kadın çalışması müthiş gerçekten.

Bize ANSAN’daki başkanlık sürecinizi anlatır mısınız?
ANSAN’da genel kurul vardı ve ben oy vermeye gidecektim. Bana telefon edip seni yönetime yazacağız dediler ama ben kabul etmedim. Oy vermeye gittiğimde çarşaf listede en başta benim adımın yazdığını gördüm. 20 yıldır alınmayan rekor oy alarak başkan seçildim. Kadın başkanla çalışmak istemiyorum diyenler bile zamanla bana saygı duymaya başladı yönetimde. Ancak bu kez çevreden, bakanlıktan, valilikten, emniyetten, müftülükten artık nerden isterseniz baskı gördüm. Sanata saldırı Antalya’da çok fazla. Ben orada çok çalıştım ve çok şey yaptığıma inanıyorum. Kimseyi ötelemeden çalıştım. Benim hakkımda feminist sosyalist olduğum konusunda konuşmalar çıktı. Hem kadın, hem feminist, hem sosyalist! Vurun abalıya. Haftada bir ifade vermeye gittim. Sadece haksızlıkların karşısında duran bir insan olduğuma inandıramadım insanları. Daha sonra da başkanlıktan istifa ettim. Ben çağırılan yazarların yarısının kadın olmasını istedim ama karşı çıktılar. “Bunun kadını erkeği olmaz” dediler. Olmaz mı hiç? O kadar çok kadın var ki sadece kadın olduğu için çağırılmamış. Kitabını bastırmak için çok uğraşan ama ciddiye alınmayan kadın yazarlar var. Oysa kadının dili, kadının duygu yoğunluğu yazar olmasına, şair olmasına çok daha uygundur. Sevgidir kadının dili, barıştır.

Kadınların erkeklerden daha iyi örgütlendiğini söylediniz, sizce bunun sebebi nedir?
Çünkü en ezilen kesim kadınlardır. Erkeklerin örgütlenmeye ihtiyacı yok ki. Erkeklere şiddet uyguluyorsa devlet uyguluyor, patron uyguluyor. Bunlar kadınlara da şiddet uyguluyor ama kadınlara ayrıca herkes şiddet uyguluyor. Bu nedenle kadın kendini kurtarmayı daha çok istiyor. Kadınların birlik beraberlik kurmaları çok da kolay olmuyor aslında. Kadın kadına hemen güvenmiyor da. Sistemin kendine öğrettikleri var. Örneğin bir yerde hem kadın hem erkek aday olsa kadınlar topyekûn kadın adaya oy vermez. Sistemin öğrettiklerini aşmak kolay olmuyor ama farkındalık arttıkça kadınlar örgütleniyor, örgütlenmek zorunda.

Dünyada kadın egemen bir yer var mı?
Finlandiya, Norveç, İzlanda var yönetimde kadın oranı yüksek ülkelerden. Ayrıca Afrika’da Umoja kadın köyü var. İngiliz askerlerinin tecavüzü ve kocalarının bırakması sonucu 15 kadın tarafından kurulan bir köy. Şimdi orada yaşayan kadınların sayısı 45 ama girip çıkanların sayısı milyonu buluyor. O köye erkeklerin girmesi yasak. Çok hırpalanan kadınlar bunlar. İçlerinden biri İngilizce bildiği için bütün dünyaya sesini duyurdu ve şirketlerden, turistlerden oraya yardım geldi. Kendi evlerini yaptılar, üretip satmaya, para kazanmaya başladılar. Onların çok ilginç bir öyküsü var. Kadınlar çok güçlü ve çok direngen, asla pes etmiyor. Biz de Antalya’da bir kadın köyü düşünüyoruz. Şiddet gören, işi aşı olmayan, sokaklarda yatıp dilenmek zorunda olan kadınlar niye orada olmasın? Büyük bir yer bağışlarlarsa ki arıyoruz, belediyelere başvuruyoruz. Bulursak orada küçük küçük evler ve yaşam alanları yapacağız. Kadınlar orada üretip, para kazanıp kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecek. İşte o zaman Antalya tam anlamıyla kadın dostu kent olacak. Belediyelerin aklı olsa şu tepe sizin olsun der hemen bize ama kadınlar kadar geleceği göremiyorlar maalesef.

Türkiye’de sizce ne zaman kadınların yönetimdeki oranı yüksek olur?
Bugün başlarsak yakında olur. Paldır küldür olabilir bu çünkü kadınlar hızla çalışıyor. Umutsuz bir ortam yok. İnanın halkın gelişmesini hiçbir şey durduramaz. Mümkün değil durdurmak ne yaparlarsa yapsınlar. Karanlık ne kadar koyuysa, ışık o kadar yakındır. Zaten kadın durduracak savaşı. Savaşta ölen çocukların anneleri başlattı barış için çalışmaları. Kadınlar olmadan barış gelmez.
Antalya Kadın Müzesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Duyunca çok heyecanlandım. Sanal müze olması daha müthiş bir şey bence. İnsan bir tıkla o müzeyi gezebilecek; iletişime girebilecek. İstediği bilgilere ulaşabilecek, bu çok güzel. Belki ilerde bunun yeri de olabilir. Bu projenin Antalya’da olması beni çok sevindirdi. Kutluyorum sizi.

Antalya Kadın Müzesinde neler görmek isterdiniz?
Bu oluşumun da toplumdaki farkındalığı geliştirmesini ve başkalarına örnek olmasını isterim. Bir uyanış, bir ışık, bir pencere olmasını umarım. Her şeye kadın eli değsin ve kadın emeği görünür olsun müzede.

Gelecekle ilgili hayaliniz nedir?
Benim hayalim, her yerde yarı yarıya kadınların olması. Her organda kadın olmalı. Kadın erkek eşitliği her alanda sağlanmalı. Eşitlik sadece yasada süs gibi durmamalı, uygulamada da olmalı. Her kadının işi, aşı ve iyi bir eğitimi olmalı. Her yerde kadının söz hakkı olmalı mecliste, muhtarlıkta, site yönetiminde. Ancak o zaman biz huzur içinde ve gerçekten eşit olarak yaşayabiliriz. Benim hayalim budur. Gelecekte dünyayı kadınların güzelleştireceğine inanıyorum. Bunu güzel bir cümle diye söylemiyorum, benim umudum budur ve mutlaka olacak bu. Ancak o zaman kurtulacağız bu savaşlardan, bu şiddetten.
KAMİLE YILMAZ