NURTEN ÖZTÜRK
Görüntülenme: 8948

NURTEN ÖZTÜRK

ÖZEL BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ
Söyleşiyi Yapan: Yeliz Gül Ege
Yer: Regnum Carya Golf & Spa Resort
Tarih: 17 Şubat 2017

Galeri

Söyleşi


Nurten Hanım, Hoş geldiniz müzemize...
Hoş bulduk

Tabi Nurten Öztürk biyografisini okuduğunuz zaman içinden çok canlı konular var; gündemde olmayan ama aslında Nurten Öztürk’ü yaratan şeyler de var. Bunlara değinerek bir sohbet böyle gerçekleştirmek istiyorum izninizle…
Memnuniyetle buyurun

Aslında ilk olarak kız çocuğu Nurten’i çok merak ediyorum. Çünkü büyümüş Nurten evet güçlenmiş, kendi ayakları üzerinde duran ve hedefleri belli ama acaba kız çocukken Nurten böyle miydi? Ona birileri rol model olmuş olabilir mi? Bunlar çok bizim önemsediğimiz konular. Dolayısıyla da isterseniz doğumunuzdan itibaren kız çocukluğunuz özellikle de o yıllardan başlar mısınız
Çok teşekkürler. 1950 doğumluyum. Doğum tarihimden bugüne kadar geçen sürede Türkiye’deki pek çok değişime şahit oldum ve doğup büyüdüğüm yerlerden çok farklı yörelere zaman zaman taşınmak, eğitim nedeniyle olsun daha sonraki görev dönemimde olsun çok farklı ortamlarda bulundum ve tüm bu süreçte çok fazla değişime de uğradım diye düşünüyorum. Kendimi “Ben tam bir gökkuşağıyım” diye tanımlarım gerçekten çocukken görmüş olduğum idare lambasından bugün görmüş olduğumuz spotlara kadar bir değişim süreci, yine çocukluğumda kadınların çamaşırhanelerde ayaklarıyla veyahut da tokaçlarla çamaşır yıkamasından çamaşır makinasına kurutma makinalarına kadar geçen süreci kısacası yaşadığım süreçte çok şeye şahit olduğum için de şanslı bir jenerasyon olarak kendimi görüyorum. Çocukluğum Bolu’nun bir dağ köyünde başladı. Bolu Mengen kazasının Pazarköy nahiyesinin Ali Beyler köyü babamın köyü. Ve babam kendi köyünden aşçı yamağı olarak Ankara’ya gittiğinde orada köy enstitüleri olduğunu duyuyor ve öğretmen olmayı arzuluyor ve Arifiye Köy Enstitüsü’ne  gidiyor. İlk gittiğinde orada Aşık Veysel’i görüyor. Gördüğü zaman diyor, ben nereye gelmişim böyle, Aşık Veysel neresi, hani bir eğitim yuvası daha farklı olması gerekir. Ama sonra görüyor ki köy enstitüleri yaparak, yaşayarak öğreten eğitim kurumları ve ben burada diyor gerçekten köyüme yararlı bir öğretmen olabilirim.  Köy enstitüsünden mezun olduktan sonra da kendi köyüne atanmasını istiyor. Köy halkı ile beraber 5 sınıflı küçük bir köy ilkokulu yapıyor. Ben doğduğumda okulun lojmanında kalıyorduk. Ve çocukluğum o beş sınıflı okulda çocuklar arasında geçti. Yani 5 sınıflı darken 5 sınıf bir arada, Bir öğretmen, bir öğretmen… Köyün öğretmeni, her şeyi kendisi… Ve ben de sıralarda oturan, onlar arasında büyüyen bir çocuk, akşamları da okuma yazma bilmeyen köy kadınlarına köy halkına kurslar verirdi. Annem okuma yazma bilmeyen bir köy kadını… Ve o kurslarda annem de okuma yazmayı, babamın açtığı kurslarda öğrendi. Ama gerçekten köy enstitülerine o zaman ben hayranlık duydum. Çünkü benim hayranlık duyduğum bir insanı yetiştirmişlerdi. Atatürk sevgisi ile doğduk. Sınıflar yine sabahları Türküm, Doğruyum, Çalışkanım’la öyle başlarız. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini okutur babam sık sık… Hep konuşmamız ülke nasıl daha iyi olur, bizler nasıl daha iyi oluruz… Eğitimin önemi ve halkın daha iyi yaşaması için, ülkenin kalkınması için neler yapılabilir onları anlatırdı babam. Annem de şunu söylerdi hep “Kızım eğitim çok önemli, kız çocukları için daha önemli, bak ben cahil kaldım, eğitimsiz kadın eksik kadındır, sen mutlaka oku ve eğitimini çok iyi yap.  

Anneniz hiç okula gitmemiş mi?
Hayır hiç okumamış, cahildi ama babamın işte açtığı kurslarda okuma yazmayı öğrenmiş. Kendini yetiştirmiş daha sonra. Dolayısıyla ilkokul devresini ben o kırsal kesimde babamın öğretmen olduğu yerde geçirdim. Daha sonra beni büyük şehre ortaokulu okumam için gönderdiler, akrabaların yanına. Ankara’ya gittik babamla birlikte Ulus Kız Ortaokulu’na vermek istediler. Çok rahat bir öğrencilik dönemi olmadı.

Yatılı düşünmediler mi? Ya da siz? 
Başlangıçta yaşım çok küçüktü. O sınıflar içerisinde küçüklükten beri gidip geldiğim için okul içerisinde zamanından önce okuma yazmayı da öğrenmiştim. Sınıf atlattılar o zaman bana. Yani 1. Sınıftan başlamadım, 3. Sınıftan başlattılar. Ve işte amcam da hep “Ben okutacağım kızımı, ben okutacağım” dediği için de Ankara’ya götürmüşlerdi. Baktılar Ankara’da çok sağlıklı olmuyor, benim gidiş gelişlerim zor oluyor okula, oradan Mengen’deki ortaokula naklimi aldılar. Mengen’de elektrik belli bir saatten sonra kesiliyor. Ay ışığında ödevlerimi yapmak zorunda kalırdım. Kısacası zor yıllardı. Ama hep bir idealimiz vardı. Babam derdi ki “Işık olun, bu ülkenin eğitimli gerçekten yol gösterici insanlara ihtiyacı var. Kırsal kesime gidin. Eğitime katkıda bulunun. Yani öyle büyüdük.

Gerçek bir nefer gibi aslında.
Kesinlikle, kesinlikle… Annem yine öğrendiğin kendine, yaptığın banaysa diye sürekli her işi öğrenmem konusunda baskı yapardı. O köy kadınlarının içerisinde ben onlarla birlikte çapa yaptım, harmanda çift sürdüm, karasaban vardı o zaman, nerde böyle toprağı sürecek filan birtakım modern cihazlar, aletler. Dolayısıyla her işi öğrendim yani dantel örmek, oya yapmak, örgü örmek, köy kadınlarının yaptığı her işi onlarla birlikte yaptım. Onlarla birlikte sohbetlerine ortak oldum. Ve insanlarla iletişim kurmayı aslında orada öğrendim ben. Bugün dahi herkesle sağlıklı iletişim kurabiliyorsam ve aynı gün bazen bir kırsal kesim insanıyla bir Ayşe Nene Fatma Bacıyla konuşurken akşama belki bir cumhurbaşkanını ağırlayabiliyorsam bir Merkel’i, Obama’yı ağırladıysam yani o küçücük yöreden çıkıp o insanlarla kurduğum iletişim eğitimle kazandığım daha sonraki bilgi ve becerilerimle daha farklı insan gruplarına da hizmet etmemi onları anlayıp dinlememi sağladı. Yani benim ben olmamda en büyük etken çok farklı ortamlara girmiş ve bu ortamların bana kattığı şeyleri doğru irdeleyip değerlendirip işlemek oldu yani beni ben yapan bunlar aslında. Onun için ben derim “Ben bir gökkuşağıyım, ben Anadoluluyum derim yani kendimi salt bir yere ait hissetmiyorum.  ​

Dünya vatandaşıyım diyebiliyor musunuz? 
Dünya vatandaşıyım çok diyemiyorum. Yeteri kadar yabancı dilim olmadığı için diyemiyorum. Aslında gönlüm öyle. Yeniliklere alışmaya çalışmam, uygulamaya çalışmam ve sürekli değişimin gücüne inanmam, o açıdan evet global bakabiliyorum. Dünya vatandaşı olmanın güzel bir şey olduğuna inanıyorum. Ama dilim yeterli olmadığı için orada çok yeterli olduğumu sanmıyorum…

 Diliniz yeterli olmadığı için eksik hissediyorsunuz evet sonrasında...
Daha sonra ortaokuldan sonra yatılı okula öğretmen okulu sınavlarına girdim, Sinop kız öğretmen okulunda iki sene okudum. Sinop kız öğretmen okulundan Çapa yüksek öğretmen okuluna geçtim. O zaman öğretmen okulları, Çapa yüksek öğretmen okulu karmaydı eğitim aynı zamanda İstanbul Fen Fakültesiyle beraber okuduk biz. Hem Fen Fakültesini hem Yüksek Öğretmen okulunu aynı anda okuduk. O da çok şey kattı.

Sizin Biyoloji oradan geliyor o zaman? 
Evet ve ben Biyoloji öğretmeni olarak mezun oldum. Doğayı çok seviyorum. Tercihimi çok bilinçli yaptım. Doğayı sevdiğim için bitkiler, hayvanlar, çevre. Sevdiğim bir bölümü seçtiğim için çok severek okudum. Öğretmenliğimi de çok severek yapmaya başladım. Eşimle Çapa Yüksek öğretmen okulunda tanıştık. Eğitimimizin daha sonrasına birlikte devam ettik. Ve ilk atandığımız yer de Akşehir öğretmen okulu oldu. 

Siz kaç kardeşsiniz?
2 Kız 2 Erkek: En büyükleri benim.

Nasıldı o yıllar?
O yıllar! Benim çocukluğumda köyde meslek sahibi olmuş bir bayan yoktu. Hep yeni okula gitmiş yaşları da oldukça büyük kızlar, daha büyük olan, yaşı büyük olan kadınlar da gece okullarında eğitilmeye çalışılırdı. Tabi okul olunca o okulu okuyan, beşi okuyanların ortaokula, büyükşehirlere gitmesi, kız çocukları meslek sahibi olmaya daha çok okumaya daha sonraki dönemlerde başladılar. O anlamda ben kendimi hep şanslı hissettim. En büyük şansım köy enstitüsü mezunu bir öğretmen çocuğu olmam diyorum.

Sizin ilk ufkunuzu açan kişi babanız?
Babam kesinlikle babam. Ve daha sonraki dönemde bir sürü ihtilaller oldu, o ihtilal dönemlerinde köyün öğretmeni aynı zamanda muhtarıydı, aynı zamanda hukukçusuydu, doktoruydu. Ve babamın köy halkının sorunlarına bulduğu çözümler, onları dinleyip anlamaya çalışması falan da tabi beni çok etkiledi.

Sonrasında evliliğiniz Fikret Bey ile ve birlikte öğretmenliği bırakış ve bir şirketleşmeye gidiş var herhalde. Evet, iş hayatı müteşebbislik kaç yılında başladı, ne zaman?
Şimdi şöyle diyeyim. Biz 1971’de bizim öğretmen olarak göreve başladığımız yıldı ama okulu biz erken bitirdik eşimle beraber. Hem 68 kuşağıyız, terör olayları nedeniyle üniversiteler oldukça karışıktı. Bir an önce bitirelim, mesleğe başlayalım, o ortamdan uzaklaşalım diye düşündük. Hem de kredi usulüydü o zaman. Yani her dersin bir kredisi vardı,100 krediyi dolduran mezun olabiliyordu. Biz 100 krediyi bir an önce doldurduğumuz için 2,5- 3 sene gibi bir sürede mezun olduk ama diploma alamadık. 4 Seneyi o zamana kadar 4 seneyi doldurmamış sanıyorum çok yoktu, bize diploma vermediler 4 sene bitmeden. Bir sene bekleyeceksiniz, atama yapamıyoruz 4 seneden önce dediler. Biz evlendik, eşimin memleketine gittik. Bir sene eşimin ailesinin yanında bir gelinlik dönemim oldu. 

Eşinizin memleketi neresi?
Gaziantep Islahiye. O dönemde çok ilginçti. Eşim ücretli derse girdi. O bölgede ama şimdi çok farklı bir çevre, örf- adet olarak, eğitim düzeyi olarak farklı dolayısıyla bir adaptasyon süreci yaşadım orada. Ama orası da bana çok şey kattı. Örneğin biraz mazbut bir aileydi, kapalı aile, kendimi kabul ettirmek için başlangıçta kendime bir şalvar dikip başıma bir tülbent takarak onların karşısına çıktım. Ama daha sonra kendi dikişimi, kendi giysilerimi kendim dikerek, pantolon tunik dikerek, benim dikiş diktiğimi gördükçe onlar da imrendiler. 

O çevrede böyle bir garipseme, dışlama?
Dışlama değil de farklı bakıyorlardı, okumuş kız, şehir kızı gibi…

Ama onlara bir ufuk açtığınızı tahmin ediyorum ...
Kesinlikle kesinlikle öyle, mesela görümcem birtakım şeyler istediği zaman anlamazdım.  O an demiş ki yani “Üniversite mezunu diyorlar hiçbir şey anlamıyor yengem” demiş, bir şey bilmiyor demiş yani. O zaman kendi kendime düşündüm demek ki dedim “Onlar benim seviyeme çıkamıyorsa benim onların seviyesine inmem lazım. İşte onların dikişlerini dikmeye başladım, işlerini yapmaya başladım hatta öyle bir duruma geldi ki beni doğumlarına bile çağırır oldular bir ebenin yanında refakatçi olarak akraba kadınları. Yani saygı göstermeye başladılar. Farklı bir yere koydular. Ve çocuklar beni rol model olarak görmeye başladı, genç kızlar da. Hani o bir sene orada kaldığım süreç içerisinde ailede ve çevresinde ciddi bir değişim yarattım. O da çok hoşuma gitti. Öğretmen olarak Akşehir Öğretmen okuluna daha sonra göreve başladığımızda da hamileydim, ilk öğretmenliğe başladığım yıl büyük oğlum da oldu ama yani hamilelik dönemim, o doğumdan sonraki sürecim görevimi sağlıklı yapmamı engellemedi. Aksine çocuklarla daha okuldaki, yatılı öğretmen okuluydu, daha farklı boyutta yakınlaştık, laboratuvar hazırlıklarını onlara bıraktım, yaparak yaşayarak onlara görev verdim. Ekipler kurdum yani farklı bir gözle biraz da belki babamdan gördüğüm o “yaparak, yaşayarak öğretme modelini” uygulamaya çalıştım orda. Hani çocuklarla öğrencilerimle de aram çok iyiydi. Bizi Gaziantep Eğitim Enstitüsüne atadılar 2 sene sonra Akşehir Öğretmen Okulundan. Dediğim gibi her iki sene de bir falan böyle farklı ortamlara geçiş, farklı insanlarla tanışma. Ve her girdiğimiz ortama kendimizi kabul ettirme, daha sağlıklı ilişkiler kurma babında geliştirmeye çalışmamız bize çok şey kattı.  ​

Değişik bir tecrübe olsa gerek.
Kesinlikle öyle. Antep Eğitim Enstitüsünde 2 sene çalıştıktan sonra eşim askere gitti. O sırada atamalar, yeni iktidar değişimleri nedeniyle maalesef ülkemizde hep bir iktidar döneminde gelen öbür iktidar döneminde yer değiştirilir.

Askerlik süresi ne kadardı o zaman?
3 Aydı. Yaz tatili dönemiydi. Eşim askere gitmişti. Atanmamız farklı yerlere oldu. Ve eşim benim yanıma gelmek için öğretmenliği bırakmak zorunda kaldı. Ticarete başladı. Daha sonra Mersin’e istedik tayinimizi. Böyle deniz kenarında olan daha huzur bulabileceğimiz bir yer olsun diye.  En iyi ticaret ne olur bu yörede diye düşündük. Eşim tekrar öğretmenliğe dönmeden bir ticari şansı denemek istedi orada. Madeni yağ işine girdi. Ve ben tabi bu arada büyük oğlum arkasından bir kızım olmuştu. Ve 11 yıl aradan sonra da kızımdan sonra küçük oğlumuz Ali Şafak’a doğum yaptım. Böylece tabi öğretmenlik dönemime çocuğuma kendim bakayım bir süre büyüyene kadar diye ara verdim. 

Sonrasında çocuklarınıza nasıl baktınız?
Çok zor koşullarda, çok zor koşullarda. Yani bazen kendi kendime derim o günkü koşulları şimdi karşıma çıksa aynı dirençle aynı güçle karşılayabilir miyim diye. Görümcemden, kayınvalidemden destek alarak ama bu arada da ailedeki okuması gereken çocuklar hep bizim yanımıza gönderildi. Sizin yanınızda okusunlar, ilgilenebilirsiniz, diye. 

Üstüne bir de  başka çocuklar vardı yani
Evet, akraba çocukları vardı. Aileden, geniş, büyük aileden çocuklar vardı. Antep Eğitim Enstitüsüne gittiğimizde de öyleydi, yani şunu hatırlıyorum; aynı anda yatak odamızı eğitim enstitüsünde okusunlar diye kayınımla eşine vermişiz, kendi yatak odamızı, diğer odalarda hep amca çocuklarından okumak isteyen, kayınlarımdan okuyan, biz salonda eşimle beraber yatardık. 2 Çocukla beraber. 
Şimdi bakın o çocuklar bizim yanımızda okumamış olsaydı tahsil yaşamları olmayacaktı. O anlamda zaten ben çocukluğumda da akrabaların yanında okuduğum için çok doğal geliyordu. Şu an bakıyorum evinde bu kadar çok insanı işte ilgilenmek için, okumak için kabul edecek eğitimli, çalışan bayan sayısı da azdır. “Çalışıyorum kahrını çekemem, ilgilenemem” der. Ve o anlamda çok yorulduğumu da hissediyorum. Ve çalıştığım dönem içerisinde bir gün bile yatağımı açık bırakıp okula gitmedim, bir gün bile kahvaltı sofrasını hazırlamadan gitmedim. Yani evde herkesin kahvaltı yapabileceği bir şeyler hazırlayıp, kendimiz yapıp gittik​
Dolayısıyla 3. çocuğumda gönlümce biraz büyüteyim, büyükler zor. Kayınvalideye dedim bir çocuk yapmak istiyorum, gerçekten gönlümce anne olmak istiyorum, ilgilenmek istiyorum çocuğumla. Bir çocuk yapsam bakar mısın, dedim kayınvalideme. Bakarım kızım, tabi, dedi. Çocuk doğdu, okula başlayacağım tekrar, 1 ay kadar falan geçti. Anne dedim gel çocuğa bakarsan ben göreve başlayacağım. Gelemem kızım, doğurduğun gibi bak, dedi rahmetli. Öyle deyince 2 yıl ücretsiz izin aldım ve evde çocuğa falan bakarken hayatımın en zor dönemini orada geçirdim diye düşünüyorum. En çok zorlandığım dönem o ev kadınlığı dönemimdi benim için. Neden? Çünkü çalıştığım dönemde emeğimin bir karşılığını görüyordum. Ve sosyal bir ortamın içinde olmak hoşuma gidiyordu. Kendimi yenileyebiliyordum. Hep iç içe olmak insanlarla, bir şeyler öğrenmek. Kendini yenilemek. Sosyal ama o ev kadınlığı dönemimde gördüm ki tamam çocuğumla ilgileniyorum, eşime işte yemek hazırlayayım, işiyle ilgileneyim, hizmet edeyim, yaptığınız her şey, işte evi temizliyorsunuz birtakım şeyler, o kadar kısa sürede dağılıp bozuluyor ki, hiç yapmamış gibi. Ve kendi kendime dedim ki, dünyanın en zor mesleği ev hanımlığı. Hani evinin işini yapacaksın ben bugüne kadar evimin işini aksatmadım ama beraberinde mutlaka benim iş yaşamım olmalı. Onun için eşime ben tekrar öğretmenliğe geri dönmek istiyorum dediğimde, bana yardım et, yardımına ihtiyacım var, dedi. Ve madeni yağ dükkanına gidip gelmeye başladım ben de. Bizim yaşamımızdaki asıl değişim, dönüm noktası birlikte çalışmaya başardığımız o küçücük madeni yağ dükkanıyla oldu. 

Evet, güzel girişim o zaman başladı. 
Başladı. Fikret Bey, çok çalışkan, ileri görüşlü vizyoner bir insan. Ama bir insanın her şey yetişmesi çok çok zor. Beni kasaya en yakın yere oturttu. Dedi ki hiçbir şeyi bilmesen de ticaretin T’sinden anlamıyorum yani burada oturman bile çok büyük katkı sağlayacaktır, inan, dedi. 
Bakın bazen şunu diyorum, kadınların kaderini aslında değiştirecek erkeklerdir. Çünkü bütün dünyada erkekler iş yaşamına hâkim, sosyal yaşama içerisinde ve hâkim. Ama kadınlara destek olması gereken, onları hayatlarının bir parçası olarak kabul edip, onlarla omuz omuza çalışmak isteyecek erkekler bana göre saygıyla karşılanması gereken kendine güvenli erkekler diye düşünüyorum.

Ne kadar şanslıyız ki bugün medeni kanunun kabul edildiği gün 
Bak onu hiç düşünmemiştim. Ne kadar güzel olmuş. Evet çok şükür, çok şükür. 

Evet, bugün öyle bir gündeyiz, çok güzel denk geldi. 
3 erkeğin hayatımda çok önemli rolü var. Ve hepsi de kadının çalışması gerektiğine inanan erkeklerdi. Kadınla erkek arasında evet cinsiyet farklılığı olabilir ama haklar konusunda eşit olduklarına inanan kişilerdi. Keşke artık günümüzde görmüş olduğumuz maalesef birtakım olumsuzluklar, kadına şiddet… Ben bunları hep kendine güvensiz, eğitimsiz erkeklerin farklı bakışı sonucu gelişen olaylar diye görüyorum. Ve eğitime önem vermemiz gerekir. Erkekleri daha iyi yetiştirmemiz gerekir diye düşünüyorum. Dolayısıyla biraz konuyu dağıtıyorum sanırım. İş yaşamına başlamam, çalışan kadın …Ben akaryakıt sektörüne giren ilk kadınlardanım, tamamen erkek sektördü. Sekreter düzeyinde kadınlar vardı ama böyle yönetici pozisyonunda bir kadın olarak hele de şirket ortağı olarak giren bir kadına alışamadı ilk anda müşterilerimiz, çalışanlarımız. Onun için kendimi kabul ettirme süreci de yaşadım. Madeni yağ dükkanında patronun hanımı çalışır mı? İşte gelirken manken gibi giyinilip gelinir mi? Öyle deyince, onun dediklerini duyunca bir önlük diktim kendime. Önlükle gidip gelmeye başladım. Eşim dedi ki, sıkıldım, bir aydır dedi önlükle gidip geliyorsun. Dolayısıyla, içinden nasıl geliyorsa, ben sana güveniyorum, seni buraya koydum, ben oraya oturduğum andan itibaren çevreme baktım. Şimdi bir kadınla bir erkek arasındaki bakış farklı. Erkek biraz daha maddi yönüne, biraz daha ticari boyutuna bakıyor işin. Ama kadın biraz daha detaycı, estetik yönü güçlü. Biraz daha temizlik, hijyen açısından titiz. O anlamda şöyle baktığım zaman ben ticareti çok iyi bilmiyorum, tamam burada masanın başında oturacağım, kasaya sahip olacağım ama ne yapabilirim işi öğrenmek için. O gözle bakmaya başladım. Ve insanların yemek tenekeleri üzerinde öğle yemeklerini yediğini gördüm. Gittiğimin ertesi günü bir yemek masası, sandalyeler aldırdım; en büyük değişiklik oydu. Şaşırdılar, birden şirketlerden ziyarete gelen üst düzey yetkililer tenekelerde yenilen yemeklerin üzerinde insanları böyle eğilmiş vaziyette görürken birden bir masa, bir sandalyeler falan. Şaşırdılar; Ne oldu, Nurten Hanım gelmiş, Nurten Hanım başlamış. Müşteriler işte bayanın yanında daha kendilerine, davranışlarına dikkat etmek zorundalar. Kasaya yanaşırken, pazarlık yaparken… Ben cari hesapları kontrol etmeye başladım. Cari hesap takibine başladım. Eşim dışarıya daha rahat gitmeye başladı, iş takibi açısından. Ben şirketi çekip çevirmeye başladım. İşi de tabi öğrenmeye başladım. Yani çekirdeğinden kısa zamanda görerek ve insana ilgi gösterdiğinde ve dozunu iyi ayarladığında her şeyin, karşılığını doğru bulduğunu gördüm. Herkes geldiğinde gözleri beni arar oldu orada. Nurten Hanım nerede? Telefon açıyorlar Nurten Hanımla görüşebilir miyiz? Böylece biz 10 yıl içerisinde Mersin’de Türkiye’nin en büyük madeni yağ, akaryakıt ve madeni yağ distribütörü olduk. Fikret Bey dışarda işleri hallediyor; ben içerde toparlanıyorum. Dedik ki biz bu işi gerçekten iyi biliyoruz. Biraz da büyük şehre gidip şansımızı daha büyük ölçekte deneyelim. Ve 1992 yılında İstanbul’a taşındık. Evet 1992 yılında bir sömestr tatili dönemiydi 15 günlük dedik ki İstanbul’a gidelim belki yapamayız büyükşehirde bir deneme yapalım ama tatile de getirelim bir bakalım dedik. Yani başlangıçta 15 günlüğüne İstanbul’a gittik çocukla beraber. Büyükler üniversitedeydi. Yapabilir miyiz yapamaz mıyız? O yıllarda İstanbul’da bir akaryakıt istasyonu da kiralamıştık. Onunla da ilgileniriz dedik. Ne yapabileceğimize bakarız. Galeria iş merkezinde de bir yer kiraladık. Gidip geliyoruz oraya. Tarabya’da bir ev tuttuk. Gidip gelirken eşimle sohbet ederken sektörde hep yabancı akaryakıt dağıtım şirketleri var. Hiç Türk şirketi yok. Petrol ofisi var ama kamunundu daha sonra yabancılara satıldı. Dedik ki biz niye bir dağıtım şirketi kurmuyoruz. Çünkü akaryakıt istasyonu sayımız 17’yi bulmuştu. Çeşitli şirketlerin çalıştırmamız için verdiği istasyonlar. Bir dağıtım şirketini de kursak diye sohbet ettik yolda. Ve ofisimize geldiğimizde müracaatımızı yaptık 1992 taşındığımız sene. Ve Opet’i kurduk. Gidip gelirken adını ne koyalım? Öztürkler Petrol soyadımız. Belki bizde uluslararası bir firma olabiliriz, noktalar kullanılmıyor. Öztürkler Petrolün Ö’sünü O gibi düşünürsek Opet iyi bir isim dedik. Bazıları ordu petrol diye mi düşünür bazıları yabancı şirket mi diye düşünür. Yani Öztürkler Petrol’ün kısaltılması Opet oldu. Ve 1992’de Opet kuruldu.

Güzel bir isim gerçekten. Burada herhangi bir profesyonel yardım almadınız?
Hayır tamamen eşimle konuşurken benim Öztürkler Petrol ÖPET olsa güzel değil uluslararası olursa OPET daha iyi olur. Öyle der demez ÖPET’e de vurgu yapıyor dedik. Ve güzel bir isim doğdu.

Renklerine nasıl karar verdiniz?
Ama sektörde o zamanlar bütün renkler kullanılmıştı. Bir tek sarı ve mavi kullanılmamıştı akaryakıt istasyonlarında. Onun için zorunlu olarak sarı ve mavi kullandık. Opet’in renkleri de ismi de böyle doğdu. Ve sektörde bize kadar tabi 50 – 100 yıl mazisi olan şirketler vardı. Biz belli bir sermayemizde olmadığı için kırsal kesimde istasyon yapmak daha ucuz diye kırsal kesimde istasyonlar bulmaya başladık. Güldüler. Köylerde istasyon mu yapılır dediler. Tabi biz köyden büyük şehirlere doğru girmeye ve çok yavaş emin adımlarla ilerledik. Aslında yavaş dediğim son derece yaşam sürecine sığdırdığımızda hızlı bir süreç. Kısacası 2 yıl içinde biz akaryakıt istasyon sayımızı ciddi arttırmış ve bir dolum tesisi de yapmıştık. Çok çalıştık, çok zorlu günlerimiz oldu.  Ama müşterilerimizin bize güvenen tabi ki o zamana kadarki ilişkileriniz, gözlemleriniz, deneyimleriniz, çevrenizin size bakış açısı zaten sizi bir yere koyuyor. O nedenle çok hızla bayi sayımız arttı. Bizde istasyonlarımıza farklı bir bakış açısı getirdik. Neden uluslararası şirketler ülkemize gelmişler biz onlardan daha iyi hizmet vermeyelim, neden daha iyisi yapmayalım. Bugün Türkiye’nin en büyük akaryakıt dağıtım şirketlerinden birisiyiz ve en büyük Türk akaryakıt dağıtım şirketinin olmanın gururunu taşıyoruz. 2002 yılına kadar bu şekilde istasyon sayımızı arttırarak istasyonlarımıza dikkat ederek. Geldik 2002 sonunda da Koç Grubuyla yüzde elli elli ortaklık yaptık. Ondan önce bir olay oldu. Yani Opet’in kırılım noktaları dediğimiz belli noktalar vardır. Mesela terminal yapmaya başlamamız dolum tesisleri yapmaya başlamamız. Şu an Türkiye’nin en büyük terminal kapasitesine sahibiz büyük bir dönüm noktası. Dil öğrenmek için bir yıllığına İngiltere’ye gittik. Orada tüm günümüzü dil öğrenmek için geçirmeyelim bir şirket kuralım dedik. Opet International’ı kurduk Londra’da. Yarım gün üniversiteye dil öğrenmeye gittik yarım gün kendi şirketimizde Opet International’ı kurmuş olmamız.

Sonra belki Şafak Bey’in tahsilini de orada yapmasına vesile oldu?
Gelmek istemedi zaten. Şafak ben burada okuyacağım dedi. Onu orada yatılı olarak bırakıp Türkiye’ye döndük. Yine çok önemli noktalardan birisi 2000 yılında bizim başlatmış olduğumuz sosyal sorumluluk projelerimiz oldu. Temiz tuvalet kampanyası Opet’in bugünlere gelişinde marka imajının güçlenmesinde çok büyük katkı sağladı. Koç grubuyla ortaklığımız yine çok önemli bir dönüm noktası oldu. Dünyanın en büyük maden yağı firması Fuchs’la ortaklığımız Opet-Fuchs ortaklığı ve Opet’in THY ile kurmuş olduğu THY- Opet şirketi Opet’in bugünlere gelmesinde Türkiye’nin en büyük akaryakıt dağıtım şirketi olmasında çok önemli rol oynadılar. Ama ben Koç ortaklığından sonra kendimi şirketin farklı bir boyutuna attım. O zamana kadar her şeyi ile ilgileniyordum şirketin her departmanının bizzat kuruluşunda içinde oldum yeni departmanlar açarken personel alımından tutun da en ufak kontrollere girdiğim halde Koç grubuyla ortaklıktan sonra çok sevdiğim bir yöne kendimi attım. Hepimiz aile fertleri olarak şirkette yönetim kurulu üyesiyiz. Ama her yönetim kurulu üyesinin de bir görevi vardır şirket içerisinde. Ben dedim ki sosyal sorumluluk projelerinden sorumlu yönetim kurulu üyesi olarak çalışacağım. Hem istasyonlar fiziki koşullarıyla ilgileneceğim görsel anlamda hizmet anlamında en iyi hizmeti vermeleri konusunda çaba harcayacağım hem Opet’in bir sosyal sorumluluk şirketi gibi çalışmasını sağlayacağım. Çünkü şuna inanıyorum ben sağ olsun eşimde benimle aynı fikirde herkesin doğup büyüdüğü topluma sorumlulukları görevleri var dolayısıyla bizim şirket olarak da mademki bu ülkenin bağrından kopup geldik bu ülkeye karşı görevlerimiz sorumluluklarımız var. Bu ülkenin sorunlarına duyarsız kalamayız ve toplumsal boyutta değişim gerektiren yara olan problem olan konulara parmak basarak elimizden ne gelirse yapmaya çalışalım. Onun için 2000 yılında temiz tuvalet kampanyasıyla başladım. O zamana kadar gerçekten üzerinde durulmamış bir konuydu kanayan bir yaraydı. Arkasından yeşil yol projesi deyip yeşili çoğaltmaya sonra örnek köyler yapmaya köylerin kalkınması için çaba harcamaya başladım ve tarihe saygı projesiyle de Çanakkale Gelibolu olduğu gibi rehabilite ettik. Adeta yeniden yarattık. Son üç yıldır da trafik detektifleri projesi ile ülkemizde kangrenleşmiş bir soruna trafik sorununa çözüm getirmeye trafik kazalarında hayatlarını kaybeden insan sayısının çok çok azaltılması konusunda çaba harcamaya çalışıyoruz. Yaptığımız tüm projelerde sürdürebilirlik çok önemli. Hiçbir projemiz bitmedi onun için nihai hedefimiz soruna çözüm getirene kadar. Onun için sürdürülebilir çözüm odaklı ve ekonomik kalkınmayı destekleyici projeler.

Hep yaşamın içine girmiş, sürdürülebilir ve yıllar içerisinde gelişme gösteren mesela temiz tuvaletleri yaptınız ama durmadınız bu defa sensörlü tuvaletler yaptınız gibi devamında nelere gelecek mutlaka sizin hayalleriniz ve planlamalarınız devam ediyordur diye düşünüyorum 
Şimdi her şeyden önce 2000 yılından önce Türkiye’de çok ciddi anlamda tuvalet sorunu vardı. Bir kere alaturka tuvaletler temiz tutulması asla mümkün olmayan tuvaletlerdir. Evet tuvalet aslında bizimle gelişme göstermiş bizde Türk toplumlarında bizim kubur dediğimiz hela dediğimiz tuvaletler yapılmadan önce Avrupa’da Versay Sarayı’nda bile oturaklara yapıp camdan dışarı atıyormuş. Büyük hastalıklar veba baş göstermiş Avrupa’da. Bunun nedenlerini araştırdıklarında bu pislikle bulaşmış hayvanların mikropları taşıdığına tuvaletlerin, tuvalet sorununun çok büyük olduğunu görmüşler. Ve daha sağlıklı tuvalet ne olabilir diye araştırıp alafranga tuvaletleri bulmuşlar. Dolayısıyla biz onu bulduk diye onu devam ettirmek zorunlu değiliz. Önemli olan insanlar için daha sağlıklı daha çağdaş daha kullanışlı daha mikrop üretmeyen hangisiyse onu bulmak. 2000 yılında ben yola çıktığım zaman temiz tuvalet kampanyasında alaturka tuvalet istasyonlarda istemedim. Bütün tuvaletler fiziki olarak değişecek alafranga tuvaletler yapacağız o zamana kadar yollarda olmayan engelli tuvaletleri bütün istasyonlarımızda engelli tuvaleti yapıcaz şart ve standart getiricez. Düşünün 10 milyondan fazla engelli var ve engelli tuvaleti yoktu o zamana kadar. Kısacası bu temiz tuvalet kampanyasına başladığımda bütün yol boylarındaki istasyonlarda bir standart geldiğinde ilk yıl 25.000’den fazla teşekkür mektubu aldım ben. Temiz tuvalet kampanyası nedeniyle bugüne kadar da sürekli alırım. Ve bizzat takipçisiyimdir. Süreklide kendimizi yenileriz bu konuda. Temizlik ve hijyen arasındaki farkı da anlatmaya çalışıyoruz insanlara. Yani nasıl tuvalet adabı temizlik hijyen ne olmalı bulaşan hastalıkların %90’ını tuvaletlerden bulaşıyor bunlar nelerdir mücadele yolları nasıl sağlıklı kullanılır nasıl temizlik sağlıklı devam ettirilir. Kısacası çok yönlü eğitimlerle 9 milyon civarında insana da eğitim verdik. Bizzat temizlik, hijyen eğitimi verdik. Bununla ilgili çok fazla ödül aldık. İlk 4 yılın sonunda Altın Dünya Ödülü aldı. Temiz Tuvalet Kampanyamız İngiltere’de ödül verildi. Bugüne kadarda devam ediyor daha sonra ben 4. Yıldan sonra diğer projelerime başladım. Hepsi birlikte devam ediyor. Geldiğimiz noktadan çok mutluyum. Çok büyük değişim oldu temizlik hijyen anlayışı bakımından Türkiye’deki tuvaletlerin... Ve Opet TSE standartlarını da belirliyor. TSE’nin tuvalet standartlarını da belirliyoruz. Ve yurtdışından eğitim talepleri alıyoruz. Mekke, Medine, Cidde, Riyad’a gittik eğitimler verdik. Makedonya’da eğitimler verdik. Her yere yetişmeye çalışıyoruz. Her sene 100 – 150 civarında okuldan eğitim talebi geliyor. Kısacası biz bunu kurduğumuz ekiplerle devam ettiriyoruz. Değişim müthiş.

Yeşil Yolu bize biraz anlatabilir misiniz?
Yeşil yol şöyle başladı. Küresele ısınma konusu birden 2004’de daha çok gündeme geldi. Türkiye’de 2050 yılında çölleşme olacak yeşil alanlarımızın sayısı şöyledir böyledir deyince. Ben dedim ki biz sektör olarak aynı zamanda tabi akaryakıt kullanan bir sektörüz tabi araçlar yakıt veriyoruz. Ve bu yakıtlar doğayı kirletiyor mu kirletmiyor mu ona da baktım. Ve çok tabii ki sorunlardan kaçmakla üstünü örtmekle olmaz. Önemli olan bir şeyler getirebilmek bu sorunlara. Doğaya verdiğimiz zararı minimize edecek ne olabilir. Bir araç kullananın doğaya verdiği zararı telafi etmesi için ayda bir ağaç dikmesi gerekiyor, yılda on iki ağaç araç kullananın. Biz müşterilerimiz adına ağaçlar dikelim dedik. Bizim istasyonlarımızdan yakıt alan 4 depo yakıt alanın adına ağaçlar dikelim dedik. Böylece hem ağaç sayısını çoğaltmış oluruz hem doğaya bir katkımız olur. Ve Yeşil Yol Projesi başlattık. Tabi ödül ceza sistemi her işte önemlidir. Ben iyi hizmet veren istasyonlarımıza ödül olarak çevrelerindeki 1,5 km’lik alanlara ağaçlandırarak başladım. Yani bunların bakımını da eşlere verdim. Akaryakıt bayilerinin eşlerine yuvayı dişi kuş yapar istasyonların temizliği, hijyeninden ve peyzajından siz sorumlusunuz dedik. Eşleri de istasyonlara sokmaya başladım. Böylece çalışan bayi eşi sayısı da arttı. Böylece istasyonlarımızın çevresini de ağaçlandırmaya başladık. Çevresinde yeterli alan yoksa bayinin bulunduğu şehre bulvarlar, parklar yaptık. Sürekli bu ağaç sayısı da artıyor yeşil projesi derken. Ama şunu da yaptım sürekli diğer dağıtım şirketlerine çağrı yaptım. Gelin sizlerin de istasyonları var yollar üzerinde. Sizlerde aynı şekilde ağaçlandırma yaparsanız bütün yollar bir anda ağaçlanır fakat onu beceremedim. Olmadı.

Evet tuvalet temizliğinin önemi bizim dinimizde dahi var fakat bunu uygulamaya dökebilen bir millet olmadık. Sizin bu konudaki düşüncenizin doğuşunda böyle etkilendiğiniz bir olay olabilir mi?
Şimdi biz mersinden İstanbul’a taşındığımızda uçaklarda bu kadar sık bu kadar imkân olmadığı için karayoluyla gidip geliyorduk. Ve çocuklarım için en çok zorlandığım konu seyahat sırasında sağlıklı tuvaletler bulamamaktı. Tarihi yerlerimizi ziyarete gittiğimde turistik yerlerimizi gittiğimde turistlerin de bu konuda aşağılayıcı bakışlarını hissederdim hep tuvalet bulamadığında üzülürdüm. Ama kendimiz dağıtım şirketi kurduktan sonra tabi imkanlarınız hani önce kapımın önünden başlayayım temizliğe yapacağım şeye önce kendimden başlayayım fikri birtakım şeyleri daha kolay gerçekleştirmenizi sağlayabiliyor. Dağıtım şirketini kurunca istasyonlardaki sorunları da irdelemeye başladım. Yani akaryakıt sektöründe biz aslında çok şey getirdik. Bir kere bize kadar akaryakıt satılıyordu istasyonlarda. Biz hizmet satmaya başladık. Aracın sürücüsüne, insana hizmet önemli dedik. İnsan dediğinizde de onun en temel ihtiyaçlarını tabi ki gidermeniz gerekiyor ama asıl projeye başlamam bir bayram arifesinde İngiltere’deki oğlumu ziyarete giderken Atatürk havalimanında iki turist bayanın tuvaletteki konuşmalarından etkilenmemle oldu. Şimdi birbirleriyle konuşuyorlar kabinlerden ama ‘disgusting’ işte Türkler deyince yarım yamalak İngilizcemle ya bunlar Türklerle ilgili niye iğrenç diyorlar dedim ve bekledim. Şöyle en azından onlara şöyle ters ters bakıcam. Fakat tuvaleti açmalarıyla beraber hiçbir şey söyleyemedim.  Yani alaturka tuvaletler, tuvalet kağıtları yerlerde, çöp kutuları dolmuş ve bir musluk sürekli su akıtıyor böyle iz yapmış. Çok aşağılandığımı hissettim, hiçbir şey söyleyemedim. Ve yol boyunca da İngiltere’ye giderken uçakta yani bu sorun niye böyle bu sorunu çözmemiz lazım kendi kendime nasıl çözülür bir hayal geliştirmeye başladım o süreçte. Ve döndüğümde ilk yönetim kurulu toplantımızda şirkette bayram sırasında istasyonlardan gelen en büyük şikayet en büyük sorun yaşanan neydi sorusu gündeme geldiğinde. Genel Müdür dedi ki en büyük sorun tuvaletlerle ilgiliydi. Çünkü yollarda kapandı kar çok yağdı insanlar istasyonlarımıza geldi ve tuvalet sorunları oldu. Ve öyle der demez ben tamam dedim. Tüm Türkiye’yi kapsayan bütün istasyonlarımızda bir Temiz Tuvalet Kampanyası başlatıyoruz der demez nasıl yani dedi Genel Müdür. Nurten Hanım dedi bu mümkün değil. Shell’de de Genel Müdürlük yapmıştı. Bunu dedi gelin bütün Türkiye demeyin birkaç istasyonda yol üzerindeki pilot uygulama yapalım ondan sonra dedi görün. Ben mümkün değil dedi. Hayır tüm Türkiye dedim. Bu sorun çözülecekse bütün istasyonlarımızı ele alacağız dedim. Eşim de sen gidersen olur dedi. Tamam giderim dedim. Ve öylece ben o toplantıdan çıkar çıkmaz projenin bütün ayaklarıyla birlikte kağıt üzerinde eğitim, uygulama, denetim aşamasından oluşan bir proje hazırladım. 

Öğretmenlik, kadınlık ve iş kadınlığı birleşti. Kaç km yol yapmıştınız Nurten Hanım proje için?
Proje için şu an 7,5 – 8 milyon km yol gitti proje. Üç eğitim ekibimiz sürekli yollardadır eğitim araçlarımızla beraber. Ben 9 milyon civarında insana birebir eğitim verdiğimiz seminerlerde. Yani bunlar çıkmış rakamlardır görüyorum. Dolayısıyla geldiğimiz evet çok yol aldık. Tuvaletler başlangıçta alafranga tuvalet yoktu. Şimdi her yerde alafranga tuvaletler var. Çünkü alaturka tuvaletlerin temizliği çok zor. Sürekli akan bir su ve su da üreyen mikrop var. Öbür türlü mikrop klozet denilen kapalı alanda sifonu çektiğinizde akıp gidiyor. Bazıları hani oturulan yer sorun olur mu? Biz onu da çözdük. Temiz tuttuktan hijyenik tuttuktan sonra hiçbir problem yok. Ve diyoruz ki diz problemi olanlar hamile bayanlar engelliler mümkün değil alaturka tuvalet kullanamıyor. Şimdi bir istasyonda tuvalet kağıdı eksik olsa hemen bizim çağrı merkezine bildiriyorlar. Ve ben bizzat ilgileniyorum.

Bir ülkeye gerçekten ilk seyahatinizde gözlemlediğiniz özelliklede bir kadınsanız ilk yer tuvaletler oluyor. Yurt dışında örnekler var Havaalanlarında Elindeki kabin bagajla sığabileceğiniz tuvalet yapmış. Yani bu hissi Opet’lerde alabiliyorum ama dilerim ki tüm ülkede yaygınlaşır
Yaşamayacaklar şimdi bakın Türk Standartları Enstitüsü’ne uygun mimari yapmak zorunda  inşaat yapanlar. Zaten standartlarda bizim şu an Opet standartları TSE standartları. Biz sürekli bunun üzerinde yenilikleri getirmeye çalışıyoruz. Dokunmatik olsun mümkün olduğu kadar ellerle yayılan mikroplardan insanlar etkilenmesin diye. Kısacası çağdaş ne varsa bu konuda getirmeye çalışıyoruz. Yani insanlar gördükçe güzeli gören insan güzele alışıyor ve çirkinliği kabullenmiyor. Temiz bir yer gördüğü zaman temize de saygı duyuyor aslında. Sizin emeğinize de duymayanlar var. Onun için sürekli temiz buldum temiz bıraktım, sağlınız çok önemli her yer de çeşitli sloganlarla da desteklemeye çalışıyoruz. Ve 100 kişiyi aşkın çağrı merkezinde 24 saat insanlarımızdan gelen şikâyeti dinliyoruz. Üç gün içerisinde düzelmeyen şikayetler bizzat benim bilgisayarıma düşüyor. Ve ben arıyorum. Ceza ödül sistemimiz var. Çok sağlıklı getirdiğim sistem.

Peki sonrasında projelerden yine Antalya’ya dokunuşlarınız var. Bunlardan birisi örnek köy projeniz. O nasıl oluştu? Ne oldu da Antalya?
Gerek temiz tuvalet kampanyası gerek yeşil yol projesi bizim ben evet köylerde doğmuş kırsal kesim de büyümüş okul öncesi bir vatandaşım ama. Benim büyüdüğüm Türkiye’yle bugünkü Türkiye arasındaki yapılan yapılamayan şeyleri de görmemi sağladı ve köylerimizin çok ihmal edildiğini gördüm. Yani bazı köyler boşalmış insanlar şehirlere taşınmış ama bazı yerlerde tarihi turistik özelliği var. Turistler geliyor insanlar geliyor. Ama köyün altyapısı o gelenlere sağlıklı hizmet etmeye müsait değil. Köy halkı bulundukları yöreyle ilgili dahi doğru dürüst bilinçli değil. 
Yurtdışında en ufak bir özelliği olan ne olursa olsun tarihi turistik değerlendirir Kilometrelerce uzaktan turistleri götürürler. Ama bizde bu kadar çok değerimiz varken onlara sahip olmayı bilemediğimiz gibi onları doğru dürüst sunmayı da bilemiyoruz. Ve tarihi eser kaçakçılığıyla falan da sürekli eksiltmeye çalışıyoruz. Çünkü onlar için önemsiz bir eşya yani para kazanılacak bizim için önemsiz onlar için gelir getiren bir metal gibi. İşte Örnek Köy Projemizler ben yaşayan köyler yaratmak, tarihi turistik potansiyeli olan köyleri geliştirmek istedim. Ve köyler ile ilgili projeler yaptık. Tabi değerlendiriyoruz köyü, yapılabilir mi yapılamaz mı, değer mi, yaptığımız masraf yerini bulur mu. Eğer gerçekten yeteri kadar insan yaşıyorsa, boşalmamış bir köyse ve tarihi turistik özelliği varsa buralarda rehabilitasyon yapıyoruz.

Size aday haline geliyor?
Evet. Rehabilitasyon çalışmaları yapıyoruz. İşte yollarını yapıyoruz, okullarını onarıyoruz, tuvaletini yapıyoruz. Yani gelen turistlerin... İnsanlara eğitimle başlıyoruz zaten köylerde. Halkı eğitiyoruz sürekli. Ve her yapmış olduğumuz Örnek Köy kendi ayakları üzerinde durabilen bir köy olmaya başlıyor.

Yani süreklisiniz arkanızı döndüğünüzde yıkılmıyor. Köylüde tüketme vardır.
Tüketme var kesinlikle. Köy komiteleri kuruyoruz. 5 kadın 5 erkekten oluşan. Köyün öğretmeni, imamı, muhtarı doğal üyesi oluyor bu komitenin. Ve yaptıklarımızı sağlıklı devam ettiren köylere biz de devamında destek veriyoruz. Yoksa diyoruz siz bir fırsatı kaçırdınız. Dolayısıyla yaptığımız pek çok köy iyi gidiyor diyebilirim. Talepleri değerlendirerek bu projede de ilerliyoruz.

Antalya’ya bakış nasıl oldu?
Antalya Fethiye Saklıkent’te önce ben gittiğimde oranın çok turist aldığını ama bakımsız olduğunu gördüm. Orada çalışmalara başladık. Sonra Kaleköy - Demre bir mavi yolculukta geldiğimde oranın güzelliğini fark ettim. Ve ortağımız Koç Grubu Rahmi Bey’inde orada bir evi var. Bir okul yaptırmış. Tuvaleti yok oranın. Turistlerin mağdur olduğunu görmüş falan. Bizim Temiz Tuvalet Kampanyası nedeniyle oraya bir tuvalet kazandırabilir miyiz diye beni aradı Rahmi Bey. Böylece oraya bir tuvalet kazandırdık. Yaptığımız her şeyi takip etmekte görevimiz olduğu için görevli bir elemanda koyduk. Ama o çalışmaları yaparken tabi tuvalet, çevresi, yolların yapımı güzelleştirme. Üçağız köyünden de talep geldi. Ve böylece Üçağız köyünde de tuvaletti, yollardı, satış reyonlarıydı, okulun desteklenmesiydi oradaki tuvaletlerin yenilenmesi gibi. Üçağız köyünde de gerekli Örnek Köyümüz ile ilgili çalışmaları yaptık. O da güzel çalışma oldu.

Zaten tarihe saygı da bir yerde bu projenin içerisinde mi geldi yoksa o daha farklı bir düşünce mi?
Örnek Köy Projemiz, Tarihe Saygı Projemizin açılımı oldu. Şimdi eğitim için Çanakkale’ye çağırıldığımda dediler ki hep örnek köyleriniz doğuda güneyde neden bu tarafta hiç örnek köyünüz yok. Ben de dedim burada örnek köy olabilecek bir yer gösterin önümüzdeki sene burada yapalım. Daha sonra bana bir şey gelmedi. Hep şikâyet ederiz de takipçisi olmayız. Sonra ben Vali beyin yanına gittim ben bir söz verdim önümüzdeki sene Çanakkale’de örnek köy yapıcam diye. Sayın Valim bana öyle bir yer gösterin ki örnek köy yapmamız için uygun özellikler taşısın diye. Dönemin Valisi de Nurten Hanım çok önemli bir proje bu. Bizim Alçıtepe köyümüz 3 milyon ziyaretçi alır yılda. Ve orası çok uygun dedi. Ama ben o gün Vali beyin yanından çıkıp Alçıtepe’yi görmeye giderken bir yarımada projesi yapmaya kara verdim. Çünkü her yer bizim ilgimize muhtaçtı. Böylece İstanbul’a döndüğümde yarımada projesi için çalıştım. Milli park sınırları içerisinde kalan tüm alanları şehitliklerde dahil rehabilite, restore çalışmalarına başladık. 10 binden fazla insanla bu projeyi gerçekleştirdik.

Peki siz bunları yapmıyor olsaydınız mutlaka ki o yoğunluğunun içerisinde ve tabii ki bir erkek yaklaşımıyla sanırım Fikret Bey bunları göremeyebilirdi diye düşünüyorum.
İlgilenemezdi de zaten. Şimdi bir kadın detaycılığı farklı. Benim bizzat şirket sahibi olarak arkama şirketimin gücünü alabilmem detaylarını takip edebilmem çok önemliydi.

Herkesin arkasında bir güç olabiliyor bu dediğiniz gibi ama bunu kullanmak bir meziyet.
Bu ülke sevdalısı olmamızdan kaynaklanıyor. Maalesef hep bir şeyler alırız ama verebilecek ne verebilirim diye sormayız yani. Oysa aldığının da bir sınırı vardır. Vermek almaktan çok daha zor ama huzur verici. Kazandığınızın belli bir yerde başkalarına yararı olduğunu görmek bu büyük mutluluk. İnsanlarımızda bunu gördü aslında. Opet’in yapmış olduğu sosyal sorumluluk projeleri gerçekten biz 10 yıldır arka arkaya müşterinin en sevdiği, en beğendiği, en tercih ettiği markayız. Bütün bu çalışmalarımızı görüyorlar. Hep alan değil. Almakla vermek arasında denge kurabilen bir şirket olmamız kalplerini kazanmamıza neden oldu.

Nurten Öztürk birçok ödüle layık görülmüş. Böyle 2000’li yıllardan 2001 – 2015 diye böyle gidiyor. Bize bunlardan sırasıyla bahsedebilirseniz kaçırmamış oluruz. 
Bazen bana diyorlar yani bu kadar ödül alıyorsun. Gerçekten şanslı olduğumu düşünüyorum. Aldığım teşekkür mektupları, ödül, plaket sayısı 100 bini aştı. Ben teşekkür ediyorum gerçekten insanımız görüyor bunu. Ama uluslararası ödüllerde var içlerinde. İlk almış olduğum ödül iş kadını ödülüydü yılın iş kadını pardon yılın iş adamı ödülüydü. 2000 yılında Ankara’da verildi ödül. O zaman ödülü alırken ben dedim bu yılın iş adamı…

Yılın iş adamı diye mi anons ettiler sizi. Ciddi misiniz?
Yılın iş adamı diye anons ettiler. Evet Yılın iş Adamı ödülü ben dedim yani bu ödülü yılın iş kadını olarak almak isterim. Orada dediler haklısınız bundan sonra yılın iş kadını ödülü de yapalım dediler. O zamana kadar yılın iş kadını ödülü sanıyorum yoktu. Yoksa yılın iş kadını ödülü diye verilirdi. Ben öyle anons edildim ama oradaki konuşmam sonrası da konuşuldu bu. Böylece yılın iş kadını ödülü almaya başladım sonraki yıllarda. Ama her ödülün tabii ki çok çok önemi var. Benim gururlandığım hani ödül itibardır itibarsa kar diye düşünüyorum. Ama ben bunu maddi kar olarak ele almıyorum. Tamamen ben işin duygusal boyutunu düşünüyorum. Beni evet mutlu eden huzur veren şeyler olarak düşünüyorum. Ama sorumluluk yüklediği sorumluluk da çok büyük. Çünkü aldığınız ödülü hak etmek zorundasınız layık olmak zorundasınız. Dolayısıyla buna uygun çalışma yaptığınız sürece de yeni ödüller geliyor. Son olarak ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ ile ödüllendirildim Uluslararası Women to Watch-Fark Yaratan Kadınlar Platformu tarafından. Çok hoşuma gitti. TBMM’nin vermiş olduğu bir üstün hizmet Onur Ödülü vardı. O hoşuma gitti. Teşekkür ediyorum bu ödüller için.

Ama herhalde en güzel ödül üç tane çocuğunuzun büyümüş olduğunu görmek, onların başarıları ve akabinde bulunduğunuz yerden baktığınızda bir faydanızın insanlara dokunmuş olduğunu görmek olsa gerek. 
O çok önemli. Şimdi aslında değinecek çok şey var. Ben çok iyi tahsil yapıp çalışmayan veyahut ta topluma bir şeyler katmayı düşünmeyen hem cinslerime alınıyorum. Çünkü bir emek verilmiş bir sürü edinimleri var. Neden bunları başkalarıyla paylaşmıyorlar. Kesinlikle potansiyel varken bunu değerlendirmek, başkalarıyla paylaşmak lazım. Neticede hepimiz toprağa karışıcaz. Onun için diyorum ki iz bırakın iz bırakın. Yani bu dünyadan göçüp gittiğimizde ardımızda kurumuş dallar değil tomurcuk açmış tomurcuk tutmuş ağaçlar çiçekler bırakalım. Onun içinde her birimizin kazandığımızı kalıtsal olarak dünyaya bizimle birlikte gelenlere ilave olarak pek çok emek var her birimizde. Bu kazandıklarımızı paylaşalım paylaşalım. Onun için gece gündüz demeden çalışıyorum. Zevkle yapıyorum. Ama dediğiniz gibi bu arada üç tane çocuğumuzun, dört tane torunumun büyüyüp geliştiğini görmek benim evet bu dünyaya en büyük miras diye düşünüyorum.

Sivil toplum örgütlerinde görevleriniz oldu mu?
Şöyle diyim ben aslında Türkiye’de sosyal sorumluluk kurumsal sosyal sorumluluğun öncüsü olduğumu düşünüyorum. Gerçekten de verilere baktığınız da öyle. Çünkü şirketler pek sosyal sorumluluk projesi yapmazdı bizden önce.  Ve bunun nasıl yapılacağını geri dönüşümünü de insanlar gördüler. Birer ikişer başladılar da bir şeyler yapmaya. Ama kurumsal sosyal sorumlulukla bireysel sosyal sorumluluk birbirinden farklıdır. Tabi çok farklı yönlerden bakılır çok farklı kişiler yapar. Biz şirket olarak büyük bütçeler ayırıyoruz sosyal sorumluluk projesine. Ayrılması gerekir bu bütçelerin. Öyle düşünüyoruz. Huzur buluyoruz bunu yaptığımız zamanda. Onun için önemli sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunmak. Ama her şeyin geneli bütçeye dayanıyor. Şeyi de kabul etmiyorum yani ben bu bütçeyle ne yapabilirim. Şimdi bütçe gerektiren şeyler vardır bütçe gerektirmeyen şeyler vardır. Yeter ki biz bir sorun gördüğümüzde o soruna sırtımızı dönmeyelim. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın demeyelim. Çok güzel atasözlerimiz var ben zaman zaman derste alıyorum o sözlerden. Yani bugün onun için sorunsa yarın senin için sorundur. Sorunlarda güzelliklerde ortaktır. Değebilir değmeyebilir başlangıçta. Onun için elimizden geldiğince çok kişiyle birlik beraberlik ruhu içerisinde kaynaşabilmek birlikte bir şeyler yapabilmek bu önemli. Bireysellik çok fazla bizim ülkemizde. Genellikle bakıyorum derneklerde vakıflarda oralarda da bireysellik öne çıkabiliyor. Egolar ön plana çıkabiliyor. Ben kendi şirketimizde en iyi şekilde nasıl yapabiliriz şirket bünyesinde yapmaya çalışıyorum. Birtakım deneyimlerim oldu. Dernek deneyimlerim oldu. Halen de bazı derneklerde mütevelli heyetlerinde görünüyorum. Bazen danışma kurullarında görev alıyorum ama asıl kendi şirketimizin sosyal sorumluluk projelerini en iyi şekilde yürütmeye çalışıyorum.

Antalya serüveni nasıl başladı. Otele yatırım?
Otele yatırım Fikret Bey’in golf sevdasıyla başladı. Golfe başladı eşim Koç ortaklığından sonraydı. Burada golf sahaları var. Hafta sonları geliyordu. Kendi golf sahamız olsun istedik önce. Fakat sahada otel tahsisli bir araziydi. Golf sahası olan yerin bitişiği yani şu anki Regnum’un yeri. Mecburen bir otel yapmamız gerekti. Yaptığımız her işi en iyi şekilde yapmaya çalışma gibi bir mükemmeliyetçi huyumuz olduğu için de biraz abarttık. Gerçekten hiçbir masraftan kaçmadık. En iyi şekilde yapmaya çalıştık. Opet’in tabii şirket toplantılarını yaparken arayışlarımız da oluyordu nerede yapalım, hangi otelin kapasitesi daha uygun, toplantılara da çok uygun olsun tercih sebebi olsun diye düşündüğümüzde ortaya böyle bir otel çıktı. G20 zirvesi için seçilmiş olması, merkez otel olması ayrı bir gurur verdi bize. İnşallah ülkemizde şartlar iyi olur turizm iyi gider emeklerimiz boşa gitmez diye düşünüyorum.

Sonrasında Antalyaspor nereden çıktı?
Oğlum çok güzel söylemiş size. Oğlum İngiltere’de okudu yıllarca orada kaldı. Otel olunca her yere yetişmemiz mümkün değil. Otelin başında sen dur dedik. Bizim bütün çocuklar kendi işleri de var. Kendileri de ne iş kurabilir, neler yapabilir, kendilerini de biraz gözlemlesinler diye kendi şirketlerini kurmalarına faaliyetlerine de izin verdik. Ama bir şeye karıştık hepsinin International Business okuması gerektiğini söyledik. Aslında onu zorlamamamız gerekirdi normalde ama zorladık. Kızım şirkette çalışıyor. İkmal departmanından sorumlu yönetim kurulu üyesi olarak. Büyük oğlumuz kendi işleri de var aynı zaman da şirkette de çalışıyor. İngiltere’de yaşıyor. Uluslararası ticareti var. Küçük oğlumuzda İngiltere’de okurken kendi şirketini kurmuştu. Futbolla ilgili bir sitesi var onun. Dolayısıyla futbolun çok içindeydi. Chelsea gibi ünlü takımlar onun şirketinden bilgi alıyor. Hala da çok güzel çalışan bir şirket. Tabii o birikimi vardı. Futbolu iyi biliyor, seviyor ve geliştirmekte istiyor. Burada teklif gelince Antalyaspor için şunu düşündü futbolu biliyor, içinde, birikimi var ve bir şeyler katabilirim aslında ben buraya diye düşündü. İşte alttan gelen oyuncuları diğer basketbol gibi diğer voleybol gibi diğer dallarını da geliştirmek yalnız futbol değil her kolda sporu Antalya’da geliştirmek ve uluslararası bir spor şehri gibi de dünyaya tanıtabilmek. Yani öyle olunca sen bilirsin dedik ve böylece başkanlığa başladı. 

Sizden Antalya Kadın Müzesi şu kadarcık zamanda sizde uyandırdıkları ve kadınlara vereceğiniz mesajlar, genç kızlara vereceğiniz mesajlar, çünkü her şey biliyorum ki o çocuklukta şekilleniyor ve genç kızlıkta şekilleniyor. Bu anlamda Türk kadınına sizin vereceğiniz ne mesaj olabilir?  
Kadın müzesi fikri hoşuma gitti, bana çok ilginç geldi. Çok önemli olduğunu düşünüyorum. Güzel bir girişim ama ben bir yerlerde yapılan şeyin aynısını yapmaya, onu taklit etmeye evet önemli olabilir, takip etmek cesaret gerektirir, takdir etmek asalet gerektirir diye düşünüyorum. Ama daha farklı daha gerçekçi ve daha çağdaş bir gelişim göstermesi gerektiğini de düşünüyorum. Aslında büyümesi gerektiğini düşünüyorum, geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve Anadolu kadınının çeşitliliğinin Dünya ölçeğinde yalnız Antalya değil aslında turizm açısından da geliştirilebileceğini, katkı sağlayacağını düşünüyorum. Gelen turistlerin, eğer sağlanabilirse bu konudaki çalışmalar, ilgi göstereceğini düşünüyorum. Tebrik ediyorum Kadın Müzesi konusundaki duyarlılığınızı ve çabalarınızı.
Kadınlarımıza söyleyeceğim en önemli şey kendilerini yetiştirsinler, sosyal ortamın içerisinde olsunlar, kadınlar için eğitimin çok çok önemli olduğunu ve evet hayatlarındaki erkeklerinde onlara saygı duyan ve kendileriyle beraber çalışmalarını sağlayan erkekleri seçmelerinin önemini vurgulamak istiyorum. Çünkü hayat müşterek ve çocukların gelişiminde büyümesinde örnek olacak anneler, dolayısıyla özellikle erkek çocukları yetiştirirken bizim Anadolu’da onların istediği bir bardak suyu bile kendileri almalarına izin vermezler, erkek çocuklara hizmet ederler, oysa hayatı paylaşmak bir erkek çocuk için de bir bayanla olacağı için daha sonraki dönemde karşılaştığı kadınlara annelerinden gördükleri şekilde davranacaklardır. İyi örnekler olsunlar, çocuklarını iyi yetiştirebilsinler istiyorum.
 
NURTEN ÖZTÜRK